Nasıl Da Geçmişti Bütün Bir Yaz

   
Tam da yazmaya paylaşmaya ihtiyaç duyduğum bir anda gördüğüm yorum hızlandırdı beni.Yoksa hepten bırakmıştım buraları..Eskiden sevdiğim bloggerların yazılarını her gün yoklayarak takip ederdim,acaba yazmış mı bugün diye merak içinde olurdum..Ama sosyal paylaşımdaki hız inanılmaz...Artık  iç dökerek anlatmayı değil de bir fotoğraf altına kısaca özetlemeyi tercih eder olduk ahvalimizi...Burada bile bir zirve var hala ulaşılamayan..Korkuyorum ilerde bunu bile basit görüp,buna bile vakit ayırmayıp eski günleri özleyeceğiz.

Telefondan çekilen fotoğraf makinenin tadını dokusunu vermiyor bana,yada ben beceremiyorum bu işi..Hal böyle olunca da makineyi pc ye aktarmak,fotoğrafları seçip ayarlamak,düzenlemek zorlaştırıyor yazmayı...Bir bakayım neler varmış dediğimde ise binlerce ayıklanacak fotoğraf içinde kayboldum,sanki üzerinden çok geçmiş gibi,galiba kendimi gelecekte görüp geçen yazımı hatırlamaya çalıştım,ayrıntılar düşünce aklıma bundan çok da keyif aldım...Yusuf'un saçı nasıl da uzamış dedim,bahçemiz de sararmış,Halbuki baharda erik çiçekleri kar gibi yağıyordu üzerimize...

Ve bir sürü şehre misafir olmuşuz kısacık da olsa,havasını soluyarak...Aslında sadece bu şehirler için "İçimden Geçen Şehirler" adıyla bir seri yazmak istiyordum ama huyumdur,maymun iştahımdır,sadece adı kaldı o serinin..İçimden yazmaya devam ediyorum...


Bütün okul dönemi boyunca tatili ve yolculuğu bekleyerek geçirdim.Ramazanda tümden köyde idik.İnek çobanlığından ot biçmeye,tam zamanlı temizlikçiliğe varan bir iş tempom oldu...İlk defa yalnız olarak  trafiğe çıktım,hatta 3 saatlik sürüş tecrübem oldu (150 km kadar). Oruç ayı bitti zor tuttum kendimi...Benim tatilim dinlenmem hareket halinde olmak arabada..Yani şehir turu yapayım,oranın meşhur yemeğini yiyeyim,hatıralık alayım derdim yok...Ben gideyim yol gitsin mantığı var..Bu bağlamda arabada kalmışlığımız bile var bir okul bahçesinde..Ama o deneyim harikaydı...Güzelliği değil de deneme imkanı buluşumuz harika kıldı bunu...Suyundan içemesek de havasını soluduk,görüntülerini bile bir yerden sonra makineye değil hafızama işlemeye başladım...Çünkü öyle güzel ki her yer...Hem düzensiz,başıboş,bazen yabanıl ayrıyeten çokça özensiz yerler...Ama bu bile görüntüyü bozmuyor..Bizim insanımız,bizim ülkemiz,toprağımız diyorum...Çokça şaşırmakla birlikte nadir olması da hoşumuza gidiyor,hele ki Karadeniz'de bir çok örneği var bunların...

Bahar aylarından başlayarak seçtiğim ve bunlar da arşive dahil olsun dediğim fotoğrafları ekledim...Sayısı çok çok fazla...Tüm yazı özetleme mahiyetinde...Afiyetle okuyunuz efenim...




İlk olarak köyde Yusuf'un en büyük eğlencesi olan suyla başlayalım...






Ve elinden hiç düşmeyen ekmekleri...Tavuklara,kedilere vermekten bile sakınır..















Hayatımda babam kadar ayran içen birisi görmedim desem abartmış olmam sanırım..














Bahar ayları doğumlara gebe ve öyle bereketli ki...Hiç görmediğim kadar uğurböceği ve oğlak gördük bu sene...




Ağaçların çiçekli dalları birbirine geçti,renk cümbüşü her yanımızdaydı,gözünü nereye çevirsen ayrı bir varoluş...






























Bu da bizim Buğday oğlumuz..Adını Yusuf koydu...























Burası Şebinkarahisar-Alucra yolu üzerinde yer alıyor...Aynı yoldan öyle çok geçmemize rağmen her zaman farklı bir görünümde oluyor...



Yolda kaplumbağaya rastlamak ayrı bir güzellik...Sincap ve tilkiyi de ilk defa buraya geldikten sonra gördüm...



Halkalar kaplumbağanın yaşını gösteriyormuş...Ben sayamadım o ayrı...





Denizimiz yok ama büyük bir baraj gölümüz ve onlarca heyelan gölü var burada...Üzerinde motorla gezebiliyorsunuz..Balık tutmak için de uğraştım ama oltaya gelmediler bir türlü..Halbuki sazan cenneti bu göl ve de yayınbalığı pek bol...











Aslı,çok sevdiği bir oyun arkadaşıyla uzun bir aradan sonra konuşuyordu,mutluluğu yüzüne nasıl da vurmuş...(aslında o benim öğretmen arkadaşım ama Aslı ile arası daha iyi)


Bu tamamen bir yansıma...hayran kaldım bu görüntüye...



Avutmuş köyünde ve ilçenin genelinde böyle evler var,ama restore edilen hiç yok gibi...Ve bir çok rum ermeni evi var ama harabe halinde...



Avutmuş'un bağları meşhur,bağ deyince üzüm gelmesin akla,daha çok dut ve ceviz ağaçları var...






Meryemana Manastırından ilçeye bakış...Sümela Manastırı gibi sarp bir kayaya oyulmuş bir manastır burası...Restore edildi ve ziyarete açıldı bu sene...



Çıkış oldukça zorlu ve dik...





































Burda Aslı yazdıklarıma müdahele ediyor,"yazsana" diyor,"o gün fotoğraf çekmeye çıktık,ineklere baktık"...Evet öyle oldu gerçekten de ve ardından serin bir bahar yağmuru geldi...








85 lik eniştem ve en sevdiğim halam...

















İnsan güzel gördüğünün hoşlandığının fotoğrafını çeker değil mi? Ben de doğal olanların fotoğrafını çekmeye bir meyil var.Bazen aile fotoğrafçısı gibi çocuklarımı fazlaca pozladığımın farkındayım ama şimdi onların en doğal göründükleri zamanlar ve boşa gitsin istemiyorum...




Ve çiçekler..Rengarenk,envai çeşit...Üzerlerinde arılar,karıncalar ve mümkünse uğurböcekleri olsun...















Yine bir gün ineklere mukayyet olmaya gitmiştik ailecek...Ki kimsenin bahçesine-bostanına girmesin...



Bulduğumuz uğurböceklerini kavanoza doldurduk ama vicdan ağır basınca serbest bıraktık...




























Aslı soğanın kokusundan kaçar,Yusuf ise bahçeye dalıp toplar ve afiyetle yer,bazen de böyle muzırlıklar yaptığı oluyor işte...


Dağa mantar aramaya gittik bir gün,erkenden..Mantar açısından hasılat iyi olmasa da ilk defa tanıştığım çiçekler oldu..Mesela bu,kokusu öyle tatlı ve hafifti ki...



Çıktığımız nokta eski bir kilise yeriydi ama kiliseden eser yok,babam bir kaç taş gösterdi kalanlardan..Ve buraya çıkmak 3 saatimizi aldı...



Yerel bir bitki olarak dağ lalesi de görme fırsatımız oldu...Boyu oldukça kısa ama rengi çok çarpıcı...



Lalenin üzerinde rastladığım bir böcekcik..Ne kadar sevimli değil mi?



















Taa ilerde görünen yer Şebinkarahisar...Öyle yükselmişiz ki,diğer yandan da Alucra ilçesi bile görünüyordu..






Bu dağda bakı etkisini gözlemlemek coğrafyacı için harika...Kar olmayan yamaç Karadeniz'e bakıyor..




















Ve mayıs ayında kısacık bir İstanbul masalı...En yakın arkadaşlarımdan birinin düğünü...



Diğer arkadaşımın tatlı kızları..Kendi kızım gibi sevdiğim İpek böceği...






Ablası Zehra..Adı gibi çiçek kız...


Kısacık da olsa Piyer Loti'ye çıkmak hem de yağmurlu bir İstanbul sabahında ortaokul-lise yıllarımın geçtiği Eyüp'ü seyretmek...


Tekrardan kürkçü dükkanımız babaevi...








Bahar iyice coşturdu bahçedeki yabani ot ve çiçekleri...Bense çekmeye doyamadım onları...


Bu da ayı gülü denilen yabani bir çiçek..




Annemle maytap geçiyorum bu yazıyla,"bak anne ağaçta Allah yazısı çıkmış,bu bir mucize" diyorum..


Bahçedeki her kavakta bir torunun ismi yazılıydı ben de bizimkilerin ismini işledim...


























Annemin babaköyü Gindabol ve daha yukarısındaki Abeyin-Manasur köyü...İsimler hep rumca,şimdi değişti ama biz gene de eski isimlerini kullanıyoruz...


E bu da annem..karşı yamaçta genç bir kızken çobanlık yapmış,eminim o an bu anılara dalmıştı..








Papatya cennetinin prensesi Aslı...


































Tokat-Erbaa'ya sadece kiraz yemek üzere gidişimiz ve kiraza doyuşumuz...Bir daha canım yemek istemedi bile...





















Yol üzerinde çiçek tarlası görmüşsek affetmeyiz...Otoban bile olsa durup içine gireriz...



Bizim bütün tavuklarımız,ya da kızlarımız...












Kızların mahsulleri....











Şebinkarahisar'daki bir gölcük,etrafı daha temiz olsaydı keşke...





Bu da bağıran kurbağa...



Demiştim ya arabada bile konakladık diye..İşte burası o okulun bahçesi....



Erzurum'un hayran kaldığım camileri...Öyle işli ve nazenin ....





























Erzurum-Rize arası yaylalar...Alabildiğince düz,yeşilli tonlar ve temiz hava...



















Çıktığım en yüksek nokta...Burdan itibaren Karadeniz başlıyor...












Derenin coşkunluğuna dayanamayıp minicik bir kenarda mola verdik,çayımızı demleyip serin havayla yudumladık...









Rize-Hemşin...Her yer yeşil felan ama ben tek düze rengi sevemiyorum bir türlü...Arada toprağı da görebilseydik keşke...



Yerel mimariye uygun evler en çok hoşuma gidenlerdi burda...


Aşağıdaki ayrıntılar tarihi bir eve ait..En az 200 yıl varmış...


Kilit taşı konularak kapı yeri açılmış...












Bu da eski bir evin duvarındaydı..."Rabbena atina" ile başlıyor ama aradaki bir kaç kelimeyi çözemedim...



Hemşin'de restore edilen bir cami var,tarihi epey eski,yapısı da öyle ilginç...Davut yıldızı çeşitli yerlerde bol bol kullanılmış ve içi bayağı renkli..Böylesini görmemiştim hiç...












Bu sevimli oğlan da o caminin imamının oğlu...Bizim köyün eski imamının yani...



Bir fırtınayla düşen kavak ağacı dereye doğal bir köprü oldu...


Bunlar da benim ördeklerim...Fotoğraf karesine girmeyen bir tane daha var...Cüüü cüüü diye seslenince sesimizi tanıyıp vak vak diye karşılık veriyorlar keratalar...









Benim en küçük yeğenim Bilal...Teyze elinden çay içmişliği de oldu bu yaz...








Ve son..En sevdiğim meyve şeftali ile...Malum buralar serin olduğundan şeftaliler ancak yetişti...
Buraya kadar gelebilmişseniz takdir ediyorum azminizi....
Vesselam....

Yorumlar

Merve Safa Likoğlu dedi ki…
Geldim elbette :)
Rabbena Atina fiddunya haseneten ve filahireti haseneten vr gina azabennar inşallah yazıyor 1492 yazıyor. Ama hicri olamaz çünkü şu anda 1416dayız :)
Icim ferahladi. Yaz yine yaz
Anna dedi ki…
Ne güzel fotoğraflar böyle..
Dün gece yatmadan önce son bir bakayım dedim senin yazdığını görünce bütün resimlere baka baka aklımda fotoğraflar uykuya gittim. ve bütün gece rüyamda o yerlerde yemyeşil dağlarda kırlardaydım.:)
Şimdi ben bu güzel rüya için nasıl teşekkür edeyim :)
hoşgeldin, sevgiler.
asılcano dedi ki…
süperrrr ve süpersinnn
pinus dedi ki…
Ben de geldim buraya kadar:) çoook beğendim.

Bu blogdaki popüler yayınlar

B

evli evine,köylü köyüne...

Yeniden Başlayabilmek