Sahalara Dönüşü Muhteşem Olan 4 Çocuk Anasının Maceralı 3 Ayı- 1

Heytt bee..Sanki yeni Türk edebiyatı yazarlarının roman isimleri gibi bi başlık bile yazabildim.Ylnız klavyede harfleri bulmada zorlanıyorum.Yazmaya yazmaya...

Efenim başlıktan da anlaşılacağı üzere pek hareketli şimdi yazması okuması kolay ama yaşaması çok zor olan 3 ayımızı anlatma vakti geldi. Hocannemiz de fırçayı çekmiş o ayrı...

Geçen sene bu zamanlar artık üçüncü bebeyi sevme vaktinin geldiğini hissetmiştim.Bebek görünce kaçmıyordum mesela..Kucağımda bir bebeyle hayal edebiliyordum ya kendimi, vakit geldi dedik...O sırada da bizim başımızın belası Tübitak proje yarışmaları var, ha gayret ona hazırlanıyoruz..Sabahlara dek oturup yaz oku yaz oku...Hatta daha rahat çalışayım, bölünmeyeyim diye bekar arkadaşlarda geceledim...Aylardan marta ulaştık, hamileyim biliyorum belirtilerden,sekmeyen bir düzenim var ve artık tecrübeliyim ya doktora koşmadım hemen..Hele bi üç ayı devirelim istedim.Tabi ben o arada proje sergisi için Samsun'a gittim öğrencilerle,koşturması topuklu ayakkabılarla geçen bir dört gün yaşadık. Bu arada hamileliğimi kimseye söylemedim, Sadece Mustafa ve ben..

Artık vakit geldi deyip 11.hafta bitiminde ilçedeki doktora gittik.Ultrasona girdik.Doktor beyimiz genç birisi, herhalde ondan böyle dikkatli bakıyor diye düşünüyorum..Sonra bana "normal" yolla mı oluştu gebeliğiniz dedi, ki yanımda oğlan da var...Manyak mı bu adam "tabi normal" deyiverdim...Başıma geleceklerden habersiz...Üç kese görünüyor deyince doktorun dikkatini ve merakını anlamış bulunduk.Nasıl yani...Nasıl...deyip durunca ekranı bize çevirdi ve üç kese içinde atan üç kalp atışını gösterdi...Biz Mustafa ile birbirimize bakıp sırıtıyoruz..Bir yandan da Allah biliyor ya aklımın ucundan geçen bir ihtimaldi çoğul gebelik..Bir taşla iki kuş misalı...Üçüncü sezaryen ameliyatı olursam bari çoğul olsun diyordum bazen..Yusuf'a kardeşin olsun mu diye sorunca o da parmaklarını sayıp ama üç tane olsun diyordu belki de onun duasının kabulüydü...Bilinmez...Hikaye böyle başladı...Etrafa da duyurmaya başladık, malum küçük ilçe olunca ve bizim kız da sınıf arkadaşlarına 3 kardeşim olacak diye hava basınca tüm ilçe duydu ve ilk üçüzler beklenmeye başladı...

Neyse işte kontroller için Cumhuriyet Üni.ne gidiyoruz,ordaki bir prof.un da özel muayenesine devam ediyoruz.Üçüz oldukları belli hatta doktorun birine göre üçü de erkek...Herşey normal ayarında felan..Geldik 20.haftaya..Ayrıntılı ultrason için üni.den randevu aldık, ultrasona girdim,eleman karnımı resmen altüst etti,sonra da bana emin misiniz üç tane olduğundan dedi..Ne bileyim dedim,teşhisimi kendim koymadım ya..Ortada ultrason kayıtlarım bile var üni.nin kendi kadın doğum doktorlarından...Velhasıl o gün üni.de 5 ve özelde 1 prof. olmak üzere 6 doktor yaklaşık iki saat bakındılar ama üçüncü bebeği göremediler...Kendi kendini imha etmiş diyorum ben artık bu duruma..Yani 3.bebek kayboldu...Olabiliyormuş böyle vakalar...Zaten üçüz fikrine alışmak iki ayımı almışken şimdi de yokluğuna kafa yormak hepten şaşırttı bizi...Ama hep bi tedirginlik var ya saklanmışsa bir yere, doktorlar göremediyse...Kıyafet alırken dahi 3 takım mı 2 takım mı alsak deyip durduk...

Tatil olması gerektiği gibi geçti..Hareketlerimde bir sıkıntı olmadı.Çok şükür tüm hamileliklerim çok rahat geçti bunda da öyle diyordum ki 28.haftada alışık olmadığım bir ağrı hissettim,ilçe doktoruna gittik,nst.ye girdim, o anda yattığım yatak sırt ağrıma öyle iyi geldi ki "keşke yatsam hep" minvalinde bir düşünce geçti aklımdan...Bu ayrıntı çok canımı sıktı sonradan.Çünkü bir hafta geçti geçmedi biz hastanedeydik çünkü suya benzer birşey geldi...Prof.u da haberdar edince amniyon sıvısıdır deyip (ki amniyon sıvı testi negatifti) yatış yaptırdı bize.Tarih 3 Eylül...Herşey normal görünüyordu sancı yok amniyon sıvısı iyi bebekler iyi bir tek kanama var...

Dokuz zor,sıkıcı ve muallakta geçen gün sonunda kesin bir tanıya varılamadı.O arada antibiyotik aldım,ciğer geliştirici iğneleri vuruldum ve sancı-kasılma önleyici hap kullandım..İlk defa bu kadar uzun kalıyordum hastanede..yapacak bir şey de yoktu,sürekli Kuran okuyorum,roman üstüne roman bitiriyorum,gazete dergi ne varsa içine düşüyorum felan da zaman geçiyor...Hastanede kalanların bol bol uyuyabileceğini düşünürdüm ama öyle olmuyormuş,benim zaten o halde uyumamın imkanı olmuyordu,sırt ve kaburga ağrılarım,artan hararetim,odamın güney cepheli olması,ilaç saatlerinin uyku saatine uymaması,temizlik görevlilerinin sabah 5 te paspas atması gibi durumlar vardı..Ancak sızarak uyuyabiliyordum...Ona da şükür...

Ve 12 Eylül'de plasenta dekolman denen ( plasenta ayrılması ) durumun yaşandığı kesinleşti...Plasentanın biri %30 diğeri %10 ayrılmış, kanama sebebi de buymuş..Doktor hanım (bizim prof. şehir dışında olunca yard.doç. bir hanım vardı) acilen ameliyat gerekiyor dedi ve bizim gebelik serüveni öğlen saatlerinde son buldu.

Hastanede en büyük korkum "ya sağlıklı doğmazlarsa" fikri üzerinde yoğunlaşmıştı.Ki öyle de oldu...Ama kendimi hep "onların anne karnındaki ömürlerini de Rabbim belirliyor,erken gelmelerini istemişse bana da sabır düşer,onlar için hayırlısı bu imiş" deyip teselli buldum ve O'na güvendim...Rabbim en hayırlısını ver ve vereceğin durumu kabullenecek kalp genişliği ver diye dua ettim hep..Çünkü erken doğumun bir çok riski ve yan etkisi var bebek üzerinde...İnternet büyük bir kaygı kaynağı...Her durum hakkında malumat var, ve ben sürekli okuyorum,forumları araştırıyorum...Korkuyorum haliyle...

Ameliyat başlıbaşına bir maceraydı benim için..Halbuki ben ssvd deneyecektim güya...Sezaryen olsa dahi bayan doğum ekibi isteyecektim...Doktorum hariç tüm personel erkekti maalesef ama Allah biliyor durumun aciliyetinden ve öneminden dolayı hiçbirşey umrumda değildi,yeter ki sağlıklı doğsunlar diyordum...Belden uyuşturdular,bana kalsa genel anesteziyi tercih ederdim ama sabah kahvaltı yaptığım için tüm ameliyat boyunca yarı sarhoş takipteydim...

Anestezi teknisyeni veya doktoru idi bilmiyorum ama onunla oldukça iyi diyalogumuz oldu.Ben çok gergindim,başıma gelecekleri biliyorum,sonrasında yaşanacak ağrıyı sızıyı daha ameliyat olmadan hissediyorum.Bir yandan da psikolojik olarak hiç hazır değilim doğuma...30 hafta ne ki...Ben 41.haftayı görmüşüm kızımda.Ama takdiri ilahi..Elde olan bir şey yok..Benim o gerginliğimi azaltmak için elimden gelen kendi duyacağım şekilde ( bazen baya da sesli ) ayetelkürsi okumak oldu. Hiçbirşey diyemesem de Allah diyordum sürekli..Bu oldukça rahatlattı beni.Ve ne zaman bebekler alındı,seslerini duydum...Ben de ipler koptu.O ara ne verdiler bana bilmiyorum ama uzay gemisi sürüyordum ben...Işıklar vardı rengarenk...Hani disko topundan yansıyanlar olur ya onun gibi...Farklı bir boyut gibi...Ve işin komiği o anda ne görüp yaşıyorsam anlatıyordum hepsini...Doktor ve ekip gülüyordu bana..Hatta uzay simülasyonu dedim o ara koyverdiler kahkahayı..Doktora "bunları kaydedip sonradan gülüyor musunuz" diye de sorduğumu hatırlıyorum...Yine bir ara kafam sanki 180 derece dönüyordu,rica ettim başımı tutar mısınız diye..Adam tuttu da öyle sabitlendim...Velhasıl sanki bir çizgi film içindeydim de baş maskot bendim.Öyle de komik bir ameliyat maceram oldu...

Ha bu arada iki bebek varmış,kesinleşti :))

Doğum sonrası odaya geçtik, Mustafa yolda,doğuma yetişemedi, tek refakatçim de oydu halbuki...Geldiğinde onu yenidoğan bölümüne yolladım,bebekleri görsün bilgi alsın diye..Yoğun bakıma yatmış ufaklıklar.Biri benim kanımı yutmuş nasıl olduysa,onun durumu biraz daha kötüymüş...Ama çok endişe edecek durumları yokmuş.Zaten yoğun bakım doktorları net birşey söylemiyorlar hiçbir zaman.Doğum kiloları düşük, haliyle küvöz de kaçınılmaz oluyor.Doğdular ya herşeyi atlatırız diyordum ben...Hani diyorlar ya "canı içinde olduktan sonra" ben de öyle dedim..Seslerini duydum ya inşallah iyi olurlar zamanla...

Onlar yoğun bakıma giriş yaptı ben ise 2 gün sonra taburcu oldum.Eve gitmek istedim çıkınca çünkü bebekleri günde yarım saat görebiliyoruz,temas yok (ne kadar saçma olduğunu sonradan anlayacaktım) 10 günü aşmış hastanedeyim,çocuklar beni özlemiş felan...Eve geldim o düşüncelerle.İyi ki de gelmişim..İki hafta evdeydim, beslendim,dinlendim,düzenli süt sağdım ve iki günde bir Sivas'a gidip bebekleri gördük...En son kurban bayramının son gününde ziyarete gitmiştim ki bebekleri servise alacağız dedikleri için hazırlıksız öylece anne odasına yerleştim.Anne odası dedim ama bildiğiniz koğuştu.15 annenin nerdeyse sıkış tepiş kaldığı tek bir wc-banyoya sahip olan geniş bir oda...Herkes lohusa,süt ter kokusu gırla...Etrafa dokunmaktan korkarak geçirdiğim bir 60 gün var o odada...

Bebekler 12.katta bizim oda 11.katta...Bebeklerin servisinde sadece beslenme ve bakım için duruyoruz,içerde yeme içme uyuma sohbet muhabbet yasak...Ziyaretçi de alınmıyor sadece anne girebiliyor.Biz bir hafta oğlanlarla durduk orda ama Ömer oğlanın solunum sıkıntısı nüksetti, oksijen değeri ki ona satürasyon deniyor sık sık düşmeye başladı,tekrar onu yoğun bakım kısmına aldılar. O arada ciğer filmi çekildi,sonuç çok kötü denildi.Bölümün doç.dr.u Fatih bey her vizit gezmesinde "annesi çok kötü,ciğerleri bembeyaz,napıcaz" diyordu benim kafam allak bullak oluyordu.Çünkü ciğerin beyaz olması ile siyah olması tıp dilinde ne ifade eder bilmiyordum ki...Ciğerleri kötü dedikçe herhalde yaşamayacak diye kahroluyordum..Sonunda doktorun odasına girip açıklama istedim. Anlayacağım dilde açıklama yaptı,şüphelendikleri durumları anlattı doktor...En azından umutsuz vaka değil deyip sakinleştiriyordum kendimi.O arada Ömer oğlan ventilatöre yani solunum cihazına bağlanmıştı. Karnından yada başından damaryolu açılmış oluyordu ziyarete gidip gördüğümde.Sürekli bir uyku halindeydi oğlum..Çok nadir gözünü açıyordu.Kardeşi-ikizi yavaştan büyüyüp normal bebek moduna girmeye başlamışken o anne karnında gibi büzülüp soluk soluğa uyuyordu (solunum sayısı bebeklerde 40-60 arası iken Ömer'de 120 ye çıkıyordu) Dua ediyordum bol bol ve moralimi yüksek tutmaya çalışıyordum.O ara kendimi tekrar kitap okumaya verdim ki o günleri normal atlatabilmemi ona bağlıyorum. Okuduğum kitabın içine daldıkça hastane ortamından uzaklaşıyordum,zaten o yorgunlukla ki acaip yorucuydu şartlarımız günde en fazla 3-4 saat uyuyordum,bir kaç sayfa okuyup sızıyordum olduğum yere...Ve iyi geliyordu bana bu okumalar..Hemşireler şaşıyordu o kadar yoğunluğun arasında kitap okumadaki gayretime.

Ömer bir aylık ayrılığın ardından tekrar servise çıkarıldı.Tanısı konmuştu Bronkopulmoner Displazi...Okuması zor geldi değil mi...Ben takılmadan telaffuz edebiliyorum birçok tıp terimini.Doktorların vizit sırasında konuştukları her kelimeyi googledan bulup araştırıyordum.Bir zaman sonra da direk anlamaya başladım haliyle.

İşte Ömercik oksijen bağımlısı olmuştu, küvöz içinde başında hood denilen fanusa benzer bir zımbırtı, sürekli oksijen alıyordu.Hem de yüksek yüksek değerlerde.Ancak o şekilde normal değerlere ulaşabiliyordu.Kucağıma almaya çalıştığımda,küvözden çıkaramadan Ömer'in bağlı olduğu monitör alarma geçiyordu..O derece oksijene ihtiyacı vardı.


                                                           



                                                                    1.bölüm sonu


















Yorumlar

Deniz dedi ki…
Offff Öldüm Öldüm dirildim, gözyaşlarımı tutamıyorum su an ne olur mutlu sonla bitir hikayeyi. Bu kadar keyifli başladığına göre yazıya eminim Ömer şimdi iyidir. Neler yaşamışsın inan okuması da o kadar kolay değilmiş
Anna dedi ki…
Allah hayırlı uğurlu eylesin anneliğinizi ve size emanet edilen evlatlarınızın cümlesini. Zor günler geçirmişsiniz belli ki okurken boğazım düğüm oldu. Rabbim daima yardımcınız olsun gönlünüze evinize ferahlık surur versin.
Deniz dedi ki…
3 hafta gectı, yazmaya fırsat bulamadınız mutlaka. Ben merak edıyorum ömer bebek nasıl oldu? kardesı nasıl? Sız nasılsınız? Ins güzel haberlerle donersınız bloğa
paticanlar dedi ki…
Bir blog gezintisinde denk geldim sayfanıza. Ben de çok merak ettim. İnşallah dilerim Rabb'imden hepiniz iyisinizdir.
Benim de tek çocuğum var. İsmi Ömer Faruk. 29 yaşında.
Allah'ıma emanet olun.
Ayşe'nin Kozası dedi ki…
Pinus, neler yaşamışsın, ne kadar kuvvetliymişsin, dört tane anne gücü...ikinciyi de yaz
Merve Safa Likoğlu dedi ki…
Ben nasıl nasıl nasıl bu yazıyı görmedim :(
Ne kadar vakit geçmiş. İnşallah iyidinizdir.

Bu blogdaki popüler yayınlar

B

evli evine,köylü köyüne...

Kuyu