Çimenler Ezilir


Bu yazı 28 Şubat darbesinin 26 Şubat doğumlu bir genç kıza bıraktığı telafisi zor anıları içermektedir.

"İlkokulda her zaman sınıf birinciliği yaşamış bir öğrenciydim,5 kardeşin dördüncüsüydüm.Öğretmenimin ve müdürün okumalı bu kız dediği cinsten.Ancak 80 li yılların karışıklığını bizzat yaşayan babam ve abim,okumamı istemediler.Ablamın zorlaması ve gayretiyle imam hatipe kaydettirildim.Okula ilk gittiğim gün 7 yılım bu okulda nasıl geçecek diye efkarlı bir haleti ruhiyem vardı,o hissiyatımı şimdi gibi hatırlıyorum.Okulumuz ortaokul ve liseydi.5+3 öncesi yani.Herkes lacivertti o yıllarda.Formamız beyaz gömleğimiz,üzerinde yine lacivert eşarbımız ve pardösümüz.Şimdi görsem güleceğim modellerde,geniş kollu,üzerimden sarkan,hatta içinde göbek atsam dışardan belli olmaz diyerek dalga geçtiğim pardösüm vardı.Sınıfımız 70 kişiydi,üçerli otururduk ve hocalarımızın bizi tanıyamayacağı kadar bir kalabalıktık.Bazen arkadaşlarımın yerine sınava girdiğim olurdu,hoca anlamazdı.Derslerimiz zordu,hem dini dersler hem de normal lise müfredatını birarada görüyorduk.O zorluğa ve yoğunluğa rağmen çok da eğlenceli bir yaşamımız vardı okulda.Ablalarımız vardı son sınıflardan,bizi mescide toplar,muhabbet ederlerdi,sınıflarımıza gelip ihtiyacımız var mı bir şeye deyip hal hatır sorarlardı.Büyük ve küçüğün bilindiği,samimiyetin safça yaşandığı gerçek bir okuldu bizimkisi.Her ne kadar okuluma seçerek gelmemiş olsam da severdim.Yaz tatilinin gelmesine sevinemezdim,devamsızlığım yok denecek kadar azdı,öğrenmeyi seviyordum ya ondan...


Şubat ayını ayrı bir heyecanla beklerdim,çünkü doğum günümün ayıydı ve karakterimde ayrı bir yeri olduğunu düşünürdüm,kendime benzetirdim,benimsemiştim....Belki bu ay da kutlayacaktım kendimi gene bir coşkuyla...Ama darbe izlerim kanayıverdi bugünlerde..Tarifsiz bir sıkıntı,bir gerginlik üzerimde br yük olmaya başladı..Bu akşam da Son Darbe :28 Şubat belgeselini cnntürk te izleyince taşlarım oturdu yerine.Ben darbenin üzerinden geçtiği,ezdiği,savurduğu bir insandım.Belki de bugüne kadar açıklayacak açığa vuracak gücüm yoktu.Zaten eleştiren ezen çok vardı bizi,bizim adımıza...(örtülü olmak başlı başına bir sınıf seçmek oluyordu o zamanlar)Dolduğumu yeni hissediyorum.


Biz daha lise 1 de iken ortalığın karışma sinyalleri vardı,müdür ve müdür yardımcısı hocalarımız "eğer sorun çıkar da biz başınızı açın dersek açmayın direnin "diye uyarılarda bulunmuşlardı.(Bu hocalar daha sonra açmayan kız öğrencilere yapmadık eziyet bırakmadılar.Yasağın en ciddi uygulayıcıları oldular) Hayatı ciddiye aldığımız yaşlar değildi o yıllar,çocuk sayılırdık,o uyarılara da bir anlam verememiştik.

Bir sene sonra coğrafya öğretmenimiz "kaydınızı açık liseye (öğretime) aldırın,katsayı uygulaması olabilir"dedi,o zaman ayılmaya başladık ama böyle bir şey olmaz diye düşünenler çoğunluktaydı.Bir-kaç arkadaş lise 2 sonunda açık öğretime geçtik.Başarılı sayısal öğrencilerdik.Üniversitede hedeflerimiz yüksekti.

Dersaneye devam ederken ilk şoku yaşadık,dersanede örtülü çalışan öğretmenlerimizi başları açık olarak gördüğümde sinir krizi geçirmiştim.Belki de geleceğim gözümün önüne gelmişti,kimbilir,şimdi ise tepkimin böyle büyük olmasını dayatılan şeylerin bünyemdeki yansıması olarak düşünüyorum.Ergenlik zamanındayım,ailemle aram açık,en yakınım dersanedeki öğretmenlerim ve onlar da zorlanmışlar,istemedikleri bir biçime sokulmaya çalışılıyorlar...Hem de inancı için örtündüğünden oluyor bunlar...

Bu şoku hazmetmeye çalışırken üniversiteli ablalarımızdan örtülü giremediklerini öğreniyoruz.Başörtüsü eylemlerine katılıyorum,polisler tarafından kovalanıyoruz,bir suçlu gibi,bazen polisler eylemlerde kasklarını veriyorlardı, yere oturmayalım diye,ama emir aldıklarında da aynı polisler ellerinde coplarla dağıtmaya uğraşırlardı.

Beyazıt'ta köşe bucak saklanır,sonra başka bir yol bulup tekrar yürüyüşe devam ederdik.Ben daha lise öğrencisiyim,tek amacım örtümü çıkarmadan kendi inandığım gibi sıradan hayatımı devam ettirmek.Daha öncesinde ne bir siyasi parti mitingine gitmişim ne de en ufak bir ilgim olmuş.O yaşlarda ben okul ve kütüphane arasında mekik dokurdum.İlgileneceğim başka bir uğraşım da yoktu.

Öss sınavına girmemize 2 ay kalmış,fizik problemlerini çözmeye uğraşırken aslında ne büyük problemler dönüyormuş etrafımızda haberimiz yokmuş.Açık öğretim lisesi imam hatipten gelen öğrencilerin sayısal bölümü mezunu olamayacağını söyledi.Sözel mezunu olacaktık ama biz 2 sene sayısaldan hazırlanmıştık hem okulda hem dersanede.Ne tarih görmüşüm ne coğrafya,gördüklerimi de ne de olsa sınavda çıkmaz diye ötelemişim.İlk kırılma o zaman oldu,ben dersaneyi bıraktım,nasılsa işe yaramayacaktı,boşa para vermenin bir anlamı yoktu. (ki o yıllar dersaneye burslu girmişim,cüzi bir ödeme var onu da ablam ödüyordu,ailem okumamı hiç istemiyordu ve okumamla ilgili hiç bir konuyla ilgilenmiyordu)Kitap okumanın etkisiyle sözelden de başarılı netler elde etmiştim,ilk tercihim Marmara Coğrafya Öğretmenliği'ni kazanmıştım.Aslında o kırılmanın etkisiyle başımı alıp ücra bir yerde okkuyasım vardı ama İstanbul'dan vazgeçememiştim.


Açık liseye geçmeyip imam hatipte kalan arkadaşlarımın  mağduriyetleri ise daha fazlaydı.Sıra arkadaşım Hatice,40 puanlık kırılmaya rağmen Kimya bölümünü kazanmıştı,normal şartlarda Boğaziçi'ne gidebilecek puana sahipti.Çoğu arkadaşım sayısal olsun da iki yıllık olsun diyerek hiç istemedikleri bölümlere yerleştiler.Yerleşenlerin bazıları da daha kayıt aşamasında başörtüsü sebebiyle başlamadan bıraktılar okullarını.


Benim okula kaydım tam bir mucizeydi.Cidden ama...Abartma yok yani.Belgelerimi hazırlamışım,fotomontajlı gulyabani modunda fotoğraflarım,kayıtta sorun çıkar diye sağlık raporu almışım,açık bir arkadaşım adına vekaletname yaptırmışım,Haydarpaşa kampüsünde bekliyoruz.Bir kaç avukat da vardı,tutanak tutmak gerekir diye..Halbuki tutulsa bile bir işe yaramayacakmış o zamanlar.Arkadaşım belgelerimi aldı,okula girdi,hakeden ben olsam da kapıdan girme hakkım yoktu,hep birilerinin arkasından işlerimizi halledecektik,öcü olmadığımı açık arkadaşlarım yanımdaysa ispatlayabilecektim.Bu birilerine muhtaç olma durumu herşeyden de ağırdı aslında.Neyse,arkadaşım içeri girmiş,bir adam durdurmuş onu,(arkadaşım sapsarı mavi gözlü bir kızdı) ne için geldin diye sormuş,o da safım,arkadaşım için kayda geldim demiş.Adam belgelere bakıyor,sonra da "sen hiç vekaletnameni felan gösterme,kendin kayıt oluyormuşsun gibi kayıt ol" demiş.O da öyle yapmış,kayıt olmuş,kimse fotoğraftaki resme ve arkadaşa bakmaya gerek görmemiş.Öğrenci kimliğimi de alıp çıktığında ben ne yapacağımı bilememiştim sevinçten.Üniversitede demek ki hakkaniyetli insanlar da vardı,herşeye rağmen ben bir yasağı delip okula kayıt ettirebilmiştim kendimi.Kabul de ettirecektim inşallah.Ben ki o gün kayıt olamamayı hakkımın yeneceğini göze almıştım.Bu sıradan bir olaydı,örtülü olan herkesin hakkı yenebilirdi.

Okula başladık,ama şapkayla...Berem vardı,akrilik ipten,hala saklarım onu.Örtümün üzerine takıp okula öyle giriyordum.İnkılap tarihi hocası dışında kimse bir şey demiyordu.Tarih hocasının "bereni şapkanı çıkar"uyarısına,kafamda egzama var,hava almaması lazım deyip bir iki hafta zaman kazanmıştım ama daha sonra beni 40 kişinin içinde dersten kovdu,benim hala konuşmam üzerine de "şuna da bak avukat gibi konuşuyor"demişti (kendimi savunmamam gerek ya)  ben de " hakkımı savunmayayım mı" demiştim.Sınıfta sonradan adı muhafazakar olan arkadaşlarımın hiç birinden tek bir ses çıkmamıştı....O gün arkadaşlarım ders işlerken ben diğer sınıfta ağlamış,kendimi teselli etmiştim,Kuran okuyarak,inanıyordum o halde bu eziyet bitecekti değil mi ki...Tabii ki çekilecekler bittikten sonraymış bu güzel günler..Dahası da varmış..Tarih dersine girmedim o dönem,tarihten tek kalan öğrenci bendim...

İkinci dönem şapkayla girmek daha da zorlaştı zaten devamsızlığım artıyordu,öğleye kadar üniversitenin kapısında oturup eylem yapardık,öğleden sonra da üniversitenin arka kapısından derse giderdik.Böyle iki yüzlü bir yaşamdı...İki kişilikli...Örtülü ve iyi olmak zorundaydık...Hiç bir hakarete alınmayarak hoşgörü göstermeliydik ki kötü olmadığımız anlaşılsın.Üzerimize devlet -rejim düşmanı yükü vardı ve ağzımızla kuş tutsak yaranamayacaktık,aslında yaranmak da denmez,kendimizi düz bir şekilde gösteremiyorduk ki...

O sene hiç bir bursa başvuramadım,başörtüsü yüzünden.Ek iş vs. zaten olamazdı.O günleri düşününce bu yasaklamaları darbeyi yapanlara değil de adı dindar olan ama o vasfı haketmeyen insanlara içleniyorum.Biz sadece yasakçı zihniyetin değil muhafazakarların da yanlarında görmek istemeyecekleri insanlardık daha doğrusu kadınlardık.Çünkü bu darbe sadece kadınları ezdi,onları dört duvar arasına kapattı...Aynı inancı paylaştığımız çoğu erkek gayet normal bir şekilde arada Tekbir Allahu Ekber diyerek yürüyüp gittiler....Okullarına....Bu eşleştirmeyi yapınca şöyle bir ironi de oluşuyor,hani hep aşağılarlar ya dini,güya islam kadını hapsediyordu ya,bu durum hem kadını sosyal hayatta görmek istemeyen,eğitim almasını hazmedemeyen dini dar insanların da işine geldi,haliyle görünüşte birbirine zıt iki grup aslında aynı amaçla yanyana idiler...

2.sınıfta okulu bıraktım,çünkü şapka da yasaklanmıştı,başörtümü çıkartıp girmeyi sindirecek bir ruh sağlamlığına sahip değildim.Ailem zaten ne okuduğumu bile bilmeyecek kadar ilgisizdi,halimi ne yaşadığımı bir Allah biliyor,en güzeli de bu zaten.Anne-babam ne bırak okulu dediler ne de devam et diye baskı yaptılar...Fetvasını veren çok oldu,aç gir ne olacak diye...Kalbini yarıp gir deseler bu kadar ağırlık olmazdı,örtü daha ağırdı değer olarak üzerimde.

Sonuç olarak üniversite terk bir genç kızım.Evdeyim.Maddi manevi desteğim yok,içimde ne varsa bastırmışım,üstünü örtmüşüm örtümle.Normal olarak parasal sorunlar ortaya çıkıyor,harçlık yok,evde de tıkılıp kalamıyorum..Kitap alacağım para yok,dışarı çıkacağım akbil boş vs...Bir sürü işe başvurdum ama aradayım,ne üniversite mezunu olarak başvurabiliyorum ne de lise mezunu olarak kendimi tanıtmayı yedirebiliyorum .Elim boş kaldım,iş yok para yok...O muhafazakar kesim en büyük tekmeyi kendisi attı o genç kızlara...Görmezden gelip nefsi açıdan bakarak sadece kadın olarak değerlendirerek....Onlar da aynı şeyi düşünüyor,başını ört ama evde ört..Gerekirse aç,açmayacaksan da otur evinde.....Erkek okusun yeter....Değil mi...

Bir abla vardı,Boğaziçi mezunuydu,sekreterlik yapıyor telefonlara bakıyordu..Harika ingilizcesi vardı,bazen ders verirdi bana..Çok üzülürdüm haline...Bazı insanlar ise müstakbel ikinci eş gözüyle bakıyorlardı,yapacak şey yok ne de olsa değil mi.Kimse örtülü eşi çalışanı olsun istemiyor,hem de okumuşu daha da ötesi terketmişi mi...Asla....Açık olsundu,kimsenin başı yanmasındı...Dikkat çekilmesindi aman....


Birinci sınıfta bir arkadaşım vardı aynı odada kaldığımız...Filiz...Adı gibi ince uzun,zarif Manisalı arkadaşım..Tıp kazanmıştı,benim hayalimi tutturmuştu..Onun hidayeti tam da bu sıkıntılı zamana denk gelmişti...Namaz kılmaya başlamıştı,ilk defa etek giydi diye tatilde yanına gittiği ailesinden dayak yemişti.Ama onun içinde yeşermeye başlayan filiz,kök salmıştı,ezilmek şöyle dursun.Sene sonuna doğru örtündü,ailesinden gizli olarak.Tatilde açık gezmişti anlamasınlar diye.Hazırlık senesinden sonra Haydarpaşa kampüsüne şapkalı almamışlar o da okulu bırakarak ailesinin yanına dönmüştü.Mektuplaşmaya çalışmıştım ama babası herhalde hepsini yırttı ki bağlantımız koptu,bir daha görüşemedik,evlendiğini Edirne'ye yerleştiğini duydum..Sonrası meçhul...

Onun sıkıntısı farklı benimkisi farklıydı.Birleşen yönü ise varolma çabamızdı.Bir ara zengin bir arkadaşımın evine ondan habersiz temizliğe gittim,merdiven sildim...Kazandığım parayla polislerin kovaladığı Beyazıt'tan torbalar dolusu kitap aldım...O işi yapamayacak hale geldiğimde iş sıkıntısının da doruğa ulaştığı bir anımda "Allah" deyip Eminönü'ne gittim,orda incik boncuk satılan hanlara girip çıktım,eve iş verip vermediklerini sordum,en sonunda kendime layık gördüğüm iş buydu,örtü sorun olmaz,emir altına girmem ve esnek çalışma saatleri..Rüya gibi bir iş değil mi?Marpuççular Hana giriyorum,muradıma eriyorum.Ordaki bir dükkandaki amca bana iş veriyor,işim ipe boncuk dizmek..Hani kum boncuklar var ya onları ipten daha ince bir iğnenin ucundan geçirip 120 cm lik iplere dizmek...Bir ip dizdiğimde o zamanın parasıyla 2500 lira alacağım..Şöyle diyeyim bir kilo boncuk dizince elime 2.5 tl geçecekti bugünün parasıyla.Bir kilo boncuğu dizmek ise nerdeyse 24 saate denk geliyordu hayatımda...

Yüksünmüyorum,her hafta elimde kilolarca boncuk ya dizilecek ya dizilmiş Şişli-Eminönü arasındayım.Kazancım haftada 15 liraya bile çıkıyor.Gece gündüz boncuk diziyorum.Bir ara epey ustalaşmış olacağım ki 8-10 iğneyi aynı anda diziyorum.Parmaklarım delik deşik olmuş,iğne o kadar ince ki...Battığını suya değip sızkadığında anlıyorum...Nasır tutuyor parmaklarım...Etrafımdakiler dalga geçiyor,yeğenlerim şaşkın,öğretmen olacak olan halaları neden okulda değil de evde..Babam geceleri ışığı çok yaktığım için elektrik faturasının çok geldiğini bağırıyor suratıma..Bir gün boncuk kasemi alıp saçıyor etrafa..Ağlaya ağlaya süpürgeye yeni torba takıyorum köşe bucak süpürüyorum boncuklarımı..Hak geçmesin diye tanesi düşse aradığım boncuklarım parke boşluklarına doluşuvermiş....Namazda uykuda sürekli boncuklarımı görüyorum.Rengarenk,kum gibi...Sonra dökülüveriyorlar....Tutmaya çalışıyorum....Her gece renkli rüyalarım oluyor bir o kadar da kabus gibi geçen rüyalar bunlar...

Gündüzleri başörtüsü yüzünden meslekten atılan öğretmenim var,onun yanına gidiyorum,bazen çocuklarına bakıyorum...Dertleşiyoruz.Onun nezdinde bu sıkıntıların daha da ağırını görüyorum.Sendika,eylem vs. işler ciddiye biniyor....O meşhur "Elele" eyleminde Karaköy'den Ortaköy'e kadar yürüyoruz elele...Bu eyleme açık bayanlar da katılıyor ya seviniyoruz!!!
Gazetelerde öğretmenimle elele fotoğraflarımız basılıyor.Öğretmeninin gazetede çıkan resimlerini kesip saklıyorum sonra..Gözleri hüzünlü,meslekleri öğrencileri ellerinden alınmış öğretmenlerim gazetede çıkmış,ne müthiş bir haber..Halbuki yazar ve şair olan edebiyat öğretmenim eserleriyle basılmalıydı gazetede..


Okuldan ayrı kalmaya 2.5 sene dayanabildim.Arafta kalmaya dayanamamıştım.İmam hatip mezunu olsaydım yurt dışına gönderilebilirdim.Ama açık liseye geçip akıllılık etmiştim ya o zaman gerçek mazlum hakkını kazanamamıştım..İçimde farklı bir inat belirmişti,var olma çabamı devam ettirecektim.Evde kalmakla aslında onların istediğini yapmış olacaktım belki de kendimi o sırada peruk takmaya öyle kandırmıştım...Barbi bebeklerin keçe saçlarından hallice bir peruğum vardı,başörtümün üstüne onu takıp giriyordum okuluma..Alttan üstten bir yığın ders vardı..Sınıf arkadaşlarımdan uzaktım,görünüşüm de beni bile gülgürüyordu..Ha sonra sakıncalıydım bir de....Sınıfın da tek peruklusu..Daha ne olsun...


Bir haftada 15 sınava girerek dersleri yavaş yavaş veriyordum..Hava soğuksa şapka takıyordum,kendime güvenim yerine geliyordu.Bazen de kampüs kapısında fakülteye kadar peruk bina içinde şapkamı kullanırdım.Sağolsun bizim bölüm hocaları takıntılı insanlar değidli.Bir kere Nuriye Hoca sormuştu (nisan ayındayız) neden şapkanı çıkarmıyorsun diye,üşütmüşüm hocam diyerek şakaya vurmuştum..Aslında herkes biliyordu neden taktığımı...

Liseden öğretmenim bu zor anlarımda bana özel ders buluyor.Deri konfeksiyonu olan bir ailenin orta bir öğrencisi olan çocuklarına ders vereceğim.Okuldan akşam 5'te çıkıp ta Sultançiftliği'ne gidiyorum.Tüm haftasonlarım orda geçiyor..Kazancım oldukça artıyor...O aile ertesi yıl bana burs veriyor ancak özel derslere devam edemiyorum.Zaten çocuklar o sene durumlarını düzeltiyorlar.O aileye her zaman dua ederim benim zor anımda yetiştiler Rabbim de onları sıkıntıya düçar etmesin diye..Anca şu ayrıntıyı da vereyim,ordaki abi benim okula başı örtülü olarak girdiğimi biliyordu.Peruk taktığımı bilse belki de vermeyecekti burs felan...Açsan da yaranamıyorsun açmasan da....Ne kıymetli ne denge değiştirici bir şeymiş bu başörtüsü....

Mustafayla o peruklu halimle tanışıyoruz,ben derste yarı uyur yarı uyanık walkman dinliyorum o ise ev arkadaşlarını bildiğimden bana zıt biri...Değmemek en iyisi..Arada derslerde takışıyoruz felan ama o kadar..Selam sabah yok...Bir gün benden walkman istiyor,veriyorum,ders çıkışında "sen Teoman mı dinliyorsun" diye şaşırarak soruyor...Şaşılacak şey doğrusu...Örtülü olmak ve Teoman dinlemek...Örtüşmüyor....Halbuki hemşerim o benim...Teoman'ı severim...şarkılarındaki melankoliyi,depresifliği,basit sözlere gizlenmiş derinliği severim...

Öyle ilk diyalog gelişmiş oldu,sonra benden okumak için kitap almıştı,Alev Alatlı'ya takılmışım o ara,OK. Musti Türkiye Tamam diye bir kitabı vardı,ismi adaş diye o kitabı da alıp okumuştu..Yani öyle irşad tebliğ felan yapmışlığım yoktur Mustafa'ya...O kendisi kendi yolunu çizdi...Başka bir arkadaşım vesilesiyle..Bizim Mustafa'yla konuşuk olmamız çok dikkat çekti,tabi bir de can dostum Aslı var,biz üçümüz bazen beraber yemek yiyoruz,geziyoruz,herhalde Aslı ile Mustafa'yı çıkıyorlar sandılar..Bana soruyorlar var mı bir şey diye...Benimle bir bağının olması ihtimal dışı...Ben ve Mustafa..Olacak şey mi...Neyse bu hikayenin sonu belli,evlendik çok şükür....


Okul bitiyor,dersanede çalışmaya başlıyorum.Sonra atanıyorum Milli Eğitim'e..Artık resmiyiz,657'ye tabiyiz..Nefes almak bile yönetmeliğe uygun olmalı...Okulda peuk takıyorum,kabullendik,ama törenlerde görev vermesinler diye duaya duruyorum.Halkın içine o halde çıkmak kırıyor içimi...

Siirt'teyiz...Siirtlileri çok severim,bendeki yeri apayrıdır...Sıcakkanlı halkı ve samimi öğrencilerim..Beni örtülü olduğumu bildiklerinden ayrı severdi öğrencilerim.Siirt halkı diğer güneydoğu illerinden biraz daha muhafazakar...Daha saygılılar...Bence...Ben üzülmeyeyim diye motive ederlerdi beni....

Hizmet içi eğitim seminerleri olurdu stajer öğretmenler için haftasonları.Başörtülüler dışında tüm öğretmenler serbest kıyafetle gelirdi,biz ya açacaktık ya da kaçak göçek imza atıp görünmeyen yerlerde koltuğa sinecektik.İmza zamanı çağrı atardı arkadaş,ben evden koşarak gelir,ara verilmesini fırsat bilip imzamı atardım....

Sonra İstanbul'a Nişantaşı'nda meşhur bir meslek lisesine tayinim çıktı.Görüş olarak tam zıt arkadaşlarla çalıştım bir seneye yakın.Örtümü lavaboya kadar gelip çıkarmamı görmezden gelemediler,müdürüm okul kapısında değiştirmemi istedi kimliğimi....Teşvikiye caddesinde savura savura örtümü katlar,Tarlabaşı'ndan deneyerek seçerek aldığım yeni peruğumu keçeleşmesin diye özenle tarayıp başıma geçirirdim...Sigara içen arkadaşlarımın keyfini bozardım belki de...O günlerde bana bu durumumun" ne kadar saçma" olduğunu "zulüm "olduğunu kendini anarşist olarak tanımlayan bir arkadaştan işittiğimde "iyi ve iyilik" var diye düşünmüştüm...

Anadolu/Fen/Öğretmen liselerine öğretmen alımı için sınav olacaktı,imam hatip lisesine geçerim düşüncesiyle sınava girdim,kazandım,mart ayında atamam Ümraniye'ye çıktı.Başörtüsüyle derse girdiğim ilk gün tuhaf olan tuhaflığı yaşadım,kendimi yadırgadım...Üç sene örtüsüz çalışıp bir gün aynada kendimi örtülü görünce sırıtıp duruyordum deli gibi....İlk defa resmi bir kurumda başörtülüydüm...Bu sefer örtü açısından rahattık ama idarecilerde yasakçı başka bir bakış açısı vardı,İslam kadına illa çalış demiyordu...Örtülüysen evde oturman daha makbuldu..Çocuğunu yetiştirmek de bir görevdi..Müdürün bir kavga anında söylediği " ya öğretmen ol ya anne" ikisini birlikte yürütemezmişim lafı vardı ki ben de bağırmaya başlamışım sevki tabii olarak...Bu söz çocuk hasta olduğunda rapor aldığım için söylenmişti.Öğretmenler odasında sanki kötü bir iş yapıyormuşum gibi erkek hocalardan bakışlar (ki bunlar genelde ilahiyat mezunu hocalardı nedense böyle bakan hocaların eşleri çalışmayan hanımlardı) kendimi kötü hissettiriyordu..halbuki en kutsal meslekti yaptığım...Peygamberlik mesleği sadece erkeklere miras kalmadı ya....

Üniversitelerde yasak kalktığında hemen okuluma gidiyorum.Bahçesinde kantininde sınıflarında kendim gibi dolaşamadığım,güvenlik görevlisine yakalanma korkusuyla göze batmamaya çalıştığım üniversitem...Misafir kartıyla giriyorum yerlisi olamadığım okuluma..Görmeyeli görevliler de kibarlaşmış örtülülere karşı...Hocalarımdan birinin yanına gidiyorum...Sohbet ediyoruz..Yaşlanmış hocam,saçlarındaki aklar çoğalmış..Demek ki ben de yaşlanmışım farketmeden...Oysaki okuluma adım attığımda 18 e döndüğümü sanmıştım...Kantinde patates ekmek yerken bana bakan genç bakışlardan anlamalıydım yaş aldığımı....

Ales'e sonra da Ygs sınavına giriyorum örtülü olarak,geçmişin acısını çıkarayım fikriyle..Şimdi tekrar üniversite okuyorum,yan bakış olmadan,yargılanmadan,halbuki ben aynı bendim,hatta o zamanlar çocuktum.Zaman gerekiyordu belki de sadece zaman....Anlamak ve anlaşılmak için.....

Ordaki ortamı da Canım İstanbul'u da bırakarak buraya geldik.Kendi küçük dertlerimizle yüklenip dağları yüklenmişiz gibi şikayet ediyoruz ...Bu gece bir taşım anıma denk geldi,taşanları aktarmaya çalıştım...Arkadaşımla konuşuyorduk ilk kıvılcım ordan çaktı,"hiç bir öğrencinin problemli davranışının sebepsiz olmadığını,sebebi gözönünde bulundurduğunda  da kimseye kızamadığımdan"bahsediyordum...Şuanda bende de eminim o yıllarımdan kalma bir sürü davranış duygu bozukluğu var,ama o denli yapışmış ki bana,fark edemeyecek kadar benimsemiş de olabilirim...Telefonları titrek sesle açmam,resmi konuşmalarda soğuk terler dökmem,kalbimin beynime çarpar gibi atması .....O darbeyi ruhuma kazıdılar...Katilimi sevecek psikoloji oluşturdular...Ama şimdi hayır diyorum...Darbeye hayır,28 Şubat'a hayır,ruh katillerine hayır...O genç kızların hayatını karartanlara,rotamı ters düz edenlere,hayallarimin ortasına karabasan gibi çökenlere,sadece HAYIR diyorum...Sanıldığı gibi beddua etmiyorum,Rabbim onlara yaptıkları yanlışı görebilecek hidayeti bir an önce nasip etsin istiyorum....

Rabbim bu veya başka sebeplerle acılarla örselenmiş yürekleri ve hasar görmüş ruhları Tabib ismiyle tedavi etsin,Musavvir ismiyle değişen hayatları en güzeliyle şekillendirsin...Amin..."



Lütfen yazdıklarımdan ötürü kimse alınmasın,gocunmasın,bunlar bizzat yaşadığımdır.Genelleme asla yapamam,her zaman iyileri,iyi niyetlileri tenzih ederim,ayrı tutarım...Vesselam.....

Yorumlar

benbir dedi ki…
yazdıklarınızı dikkatle okudum...
o lacivert pardesü giyenlerden biri de bendim.
o mescidde ablaları ile sohbet eden, okulunu çok seven, girdiği sınavın birinde istanbul derecesi yapan,okumaya aşık bir öğrenciydim.
o şubatı hiç unutamıyorum...benim lise son senemdi.
sonrası aynen anlattığınız gibi acı dolu.
hala üzerime yapışmış bir çok problemi bende yaşıyorum.
okumayı o kadar çok istiyordum ki...olmadı. şimdiden sonra belki olacak, ama 33 den sonra 18'imde olabilir miyim?
üniversite diplomasını sahip olmak değil istediğim; o duyguyu yaşamak!
sadece sınavlara girerek, istediğim ve arzu ettiğim günleri nasıl yaşayabilirim.
belki denebilir, şimdi örtü serbest; git istediğin okulu oku...evet, mantıklı, mantıksız olan bir yanı var ki; 3 çocuğumla, maddi imkansızlıklar boğazıma yapışmışken kimi tercih etmeliyim...yaşayamadığım üniversite hayatını mı? çocuklarımın ihtiyaçlarını mı?
yaşanamamış bir gençlik bıraktılar bize. acı dolu, kaygı dolu, yarım hayal ve ümitlerle bezenmiş, bekleyişle ve sindirilmişlikle boyanmış bir gençlik... yazık oldu be bize...yazık... ne kadar arkadaşım, ne kadar tanıdığım, sayılarını yazmaya sıfırlar utanır, inanın...ne kadar insan...genç...18'inde öyle bir şeyle tanıştık ki...
tanışmaz olaydık. içim doldu benim de...taştı gözyaşlarım.
dokundunuz yarama.
Unknown dedi ki…
Çok etkilendim yazınızdan. Dinin devlet ve siyaset ile ilişkisinin mümkün olduğunca uzak olması gerektiğini düşünen bir kişi olarak başörtüsü yasağının, en başından beri, her şeyin yanı sıra kadının ezilmesine neden olduğunu düşünmüşümdür. O dönemlerde ben de öğretim üyesiydim ve aynı fikirde olan erkeklerin okuyabilirken kızların okuyamaz olması bana hakkaniyet açısından son derece sakıncalı görünmüştü. Yazınız son derece önemli, aydınlatıcı saptamalar içeriyor. Beni düşüncelere sevkettiniz. Teşekkür ederim.
asılcano dedi ki…
söylenecek çok şey var ama ben sadece helal olsun sana diyorum.
miyase dedi ki…
kendisi imam-hatibe gitmemek için ayak diretip üç kızının ilkini imam-hatipten mezun veren ikincisinide imam-hatibe yollayan ve hatta üçüncüsünüde yollama niyetinde olan bir anne olarak çektiğiniz sıkıntıları kızlarım yaşamadığı için ne kadar şanslı olduklarını düşündüm.Çok isabetli tespitlerde bulunmuşsunuz Allah o günleri tekrar yaşatmasın...

Bu blogdaki popüler yayınlar

B

Yeniden Başlayabilmek

evli evine,köylü köyüne...