Köy Çocuğuna Geçiş-1



    
     

            Hastalığa isim konulmasıyla başlıyor benim bildiğim köy zamanlarım…2 yaş civarındaymışım,annemin anlattıklarına bakılırsa,müstakil evimiz nam-ı diğer gecekondumuzun bahçesinde üzüm ağacının (asma demezdik biz) altına salıncak kurmuş,beni uyutacakmış…Sonra ben baygınlık geçirmişim,yani astım atağı…Hastaneye kaldırılmışım,eski adıyla Okmeydanı ssk hastanesinde 10 gün kadar yatmışım,annemi dahi almamışlar içeri…Meğer benim üzüm yaprağının tozuna şiddetli bir alerjim varmış..Yılanın sevmediği ot dibinde biter misali…




Tetikleme o andan..İlkokula başlayıncaya kadar alerjik astımım geçmemiş,doktorum da dağ havası salık vermiş anneme…Doktor tavsiyesi de olunca artık,her yaz tatilinde köy dönemlerimiz başlardı…Eski bir gizli yediler kitabım vardı,okumaktan yıpratmışım,hatta sayardım kaç kez okuduğumu…Neyse,yastık altı kitabımı da alıp giderdim köye…Sabah güneş doğarken uyanırdım,annemden bile önce..Çünkü geç kalırsam döl gütmeye giden halakızını kaçırırdım,aç karnına tırmanırdım yardan,oğlakların arasına dalardım..


Halakızının adı Havva,ben Hava derdim…Dağda taşların üstündeki yosunları tükürüğümüzle ıslatıp kına yakardık ellerimize Hava ile…Onun yanında azık niyetine ekmek ve peynir olurdu…Öğleye dek onlarla idare ederdik,öğle zamanı oğlaklarla keçilerin buluşma saatidir,hayvanlar köye indirilirdi..O arada da boş durmazdım,keçileri sakallarından yakalayıp halama getirirdim sağması için..Bazen de kendim keçinin altına yatar,sütü direk ağzıma sağardım…O yıllarda ne yediğimi hiç hatırlamıyorum,çok ciddi iştah sorunum vardı,ama bir tek süt…Ona dayanamazdım…Günde bir litre içtiğimi biliyorum bazen…Belki de astımımı geçiren dağ havasının takviyesi bu keçi sütüydü….



Öğleden sonra oyun zamanıydı bizim için,dere kenarına iner,düz dere taşlarından evler yapardık…Abimin ablamın evi daha özenli ve işçilik açısından daha ayrıntılıydı..Ben ise üç taşı dikey tutup dördüncü taşı yatay olarak üzerine koyup garaj kıvamında yapılar inşa ediyordum…Üzerinde zıplasam da yıkılmazdı,basit ve sağlamdı…Halam biz İstanbul’a dönünce ağlarmış dere kenarındaki evlerimize bakıp bakıp…Şimdi ben de aranıyorum gezerken acaba hala bir kalıntısını görür müyüm diye çocukluğumun…




Akşam güneş batarken yatağa girmiş olurdum,elimde gizli yediler….Her ayrıntının hangi sayfada olduğunu bilsem de bildiğim tadı yeniden alırmışçasına okurdum,uykuya dalana dek…O zamanlar elektrik de yoktu tabi evde…Dede yadigarı gaz lambasının ışığıyla batan güneşin kızıllığı ben uyuyana dek sayfalarımı aydınlatırdı…Güneşe endekslenmiş bir çocukluktu o aylar…



O yıllardan beri hayatımda değişmeden sabit kalan tek gelenek bir gün dahi olsa her yaz köye gitmek oldu..Bazen nefret ederek bazen özleyerek,bazen de muhtaç olduğumu hissederek gittim…İstanbul’dan buraya yerleşmek de çocuklar içindi…Ama sadece onlara değil bana  ve bize de iyi geldi…Burda en azından eskisi gibi kavga etmiyoruz Mustafa ile…Bu ne kadar huzur verici,onu anlıyorum şimdi…Kalabalık içinde yalnızlık hissetmektense zaten yalnızım bu ücra yerde diyorum,bu da yaralamıyor beni…


Dağa taşa bakmak,dere kenarında akan suyu amaçsızca izlemek,amaçsızlığı fark edip şükretmek,zihnimi dinlendirmek,akşam soba başında hiç bitmese de devam ederken uyuyakalsam dediğim  sohbetler,konuşmalar….Hem de öyle gündelik konuşmalar ki başka birinden duysam başımı çevirmem asla…Ama anne babanın kah atışmalı kah cilveli (tam olmadı bu kelime ama ) laf sokmaları ,dağdaki davardan,eskilerin atasözü yerine geçmiş deyimleri,hikayeleri,hem de öyle ibretlik yani,nasıl tatlı geliyor…Annem kızmasa sofrayı topla diye;konuşma bölünmesin diye yerimden bile kımıldamam…


 Böyle anılarla aynı yerde bir yaz daha geçirdik,bu sene…Sonra okul dolayısıyla sadece haftasonları görebiliyorum çocukluğumu…Ve bir anda karar verdim ki bu çocukluğumu Yusuf da yaşasın…


Bir çok insana göre en iyi yer anne yanıdır çocuk için…Bu anne çalışıyor çocuk günde 2-3 saat yemek ve uyku telaşesinde annesini görebiliyorsa üstüne okul stresinden kardeşine sardıran bir ablası da varsa,belki de en güzeli onun da mutlu olduğu anneanne-dede yanıdır dedim…


Neden 2 ay önce değil de şimdi bu kadar kararlıydım,çünkü Yusuf 2 ayda değişti,kendisini daha iyi ifade ediyor,tuvaletini kendisi yapabiliyor,evet bahçeye salıyor çoğunlukla,dede-anneanne iletişimi kuvvetlendi,benim de gidip geri döneceğimi idrak ediyor ve daha da önemlisi ,köyü çok seviyor,toprağa bulanmayı,kedisini,inek peşinden dağa gitmeyi,dedesinin el arabasına binmeyi,dereye taş atmayı…Ve sütü…



Bir haftadır köyde kalıyor Yusuf,Cuma günü okul çıkışında biz de gittik,tepkileri sanki bir günlük ayrılık tepkisiydi..Sarıldı öptü,ablasıyla sarmaş dolaş oldu,10 dakika sonra jengalarla kule yapmaya girişti,sonra bana yaptıklarını anlattı…Sanki gündüz bakıcıdaydı da akşam her zamanki bir akşamdı…İçim daha da rahatladı onu görünce…Aslı bile” acaba ben de kalsam mı ”, ”ben Yusuf’tan sonra doğsaydım ben kalırdım di mi anne “ diyor…



Köyde yasak yok,kir yok,Rabbime şükür hastalık da yok,maşallah…Yemek bolca,sütlaç her daim hazır…Elma,armut ve ceviz stokta…Yumurta sıcacık…Sırtına alıp gezdirecek iki gönüllü de var….




                Burdan sonraki fotoğraflar bol güneşli kasım günleri içerir....Hiç bu kadar muhabbetim olmamıştı bu aya,bu aya kadar....























































































Yorumlar

AdanınAnnesi dedi ki…
keşke.... dedim
bir köy olsa yakınımda....
içinde dede/nine kadar yakınım olsa
kızımı gönderebilsem...
koşsa,zıplasa,uçsa adeta
gerçekten dedimmm

çocuğum apartmanda büyüyor, büyümeye çalışıyor
çocukların çook şanslı
sende....
Deli Anne dedi ki…
ben de diyorum; keşke..

daldım gittim be Fatmam, çok daldım hem de. Hiç bilmediğim, hiç yaşamadığım bir çocukluğa gittim

Bu blogdaki popüler yayınlar

B

Yeniden Başlayabilmek

evli evine,köylü köyüne...